Güldali Forum Ana Sayfa Güldali
Ebru; Renk ve Işığın Sudaki Dansı
 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Fuat Başar ile Röportaj-Mehmet Nuri Yardım (Aralık 14, 2006)

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    Güldali Forum Ana Sayfa -> Röportajlar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Yagmur
Site Admin
Site Admin


Kayıt: 08 Şub 2009
Mesajlar: 87

MesajTarih: Pts Şub 09, 2009 8:00 pm    Mesaj konusu: Fuat Başar ile Röportaj-Mehmet Nuri Yardım (Aralık 14, 2006) Alıntıyla Cevap Gönder

Nesiller arasında köprü: Fuat Başar
Mehmet Nuri Yardım

Hattat, şair, ama önce ve en çok ebru üstadı olarak tanınıyor Fuat Başar. Bir çok kişinin bilmediği bir yönü ise gönül adamı oluşu, rindliği, dostluğu. Benim onunla yıllara dayanan kutlu tanışmada ruh derinliğini, fikir zenginliğini ve hayal enginliğini tattım ve bütün boyutlarıyla yaşadım. Fuat Hoca, geleneksel sanatlarımızın sadık elçisi ve gönüllü temsilcisi. 1953 yılında Erzurum’da doğan, ilk, orta, lise ve tıp eğitimini aynı şehrimizde tamamlayan dadaş sanatkâr, 1976’da fakülte eğitimi sıralarında güzel yazı sanatıyla, hüsn-i hatla meşgul olmaya başladı. Bir sene sonra da ebru sanatına ilgi duyarak Mustafa Düzgünman ile mektuplaştı. 1980’de İstanbul’a yerleşerek dünyaca ünlü hattat Hamit Aytaç’tan yazı, 1989’da Mustafa Düzgünman’dan ebru icazeti aldı. Yıllardan beri Küçükayasofya’daki mütevazi atölyesinde ebru yapmakta ve öğrenci yetiştirmektedir. Onunla ebru sanatı üzerine yaptığımız konuşma sırasında çok güzel bir yolculuğa çıktık. Hoca, bize sanatın esrârını ve perde arkasındaki bazı noktaları anlattı.
Hocam, sizin ebru ile tanışmanızın macerasını anlatır mısınız, nasıl oldu?
BAŞAR: Benim ebru ile tanışmamda Uğur Derman Bey’in te’siri oldu, bana çok faydası oldu. Beni bu işe iten, sürükleyen o oldu. O zaman, yani 1970’li yıllarda onun Akbank Yayınları arasında Ebru kitabı yayınlanmıştı. Bu eser, sanatın tanınmasında ve yaygınlaşmasında çok faydası olduğu gibi benim gibi bugün ebru ile uğraşan bir çok kişiyi de teşvik eden ilk eser sayılmalıdır.
Peki Mustafa Düzgünman hoca ile nasıl tanıştınız?
BAŞAR: 70’li yıllarda Mustafa Düzgünman hocanın adını duymuştum. Onu da kitaptan duymuştum. Tanışmamıştım. Tabii ben
Erzurum’dayım. Hoca İstanbul’da. Adresini bilmiyorum. Hoca’ya yazı örneklerimi göndermek isterim, yol yordam isterim ama bu sanat, hocasız olmuyor. Mustafa Düzgünman Hoca’nın adresini Uğur Bey bana gönderdi. Ona da haber vermiş. Hatta Uğur Beyden bana şöyle bir haber geldi. “Düzgünman ebru yapar ama posta işiyle uğraşmaz.” İstanbul’da bulunan arkadaşlarımdan istiyorum. Onlar hoca ile görüşüyorlar. Bana ebru alıp gönderiyorlar. İçime iyice bir merak düştü. Çünkü tarifinden ortaya çıkan şeyin gördüğüm ebru olabileceği aklıma yatmıyor benim. Nasıl oluyor böyle bir şey… Mustafa Düzgünman Hocanın bir ebrusunu sabaha kadar seyrettiğimi hatırlarım. Nedir bu… Boyalar nasıl karışmaz… Boya bu kâğıda nasıl yapışır? Sonra kafaya koydum, “Ben bunu yapacağım” dedim. Mektuplarda soruyorum, Allahtan vakt eriyor, bana cevap yazmaya başlıyor. Erzurum’da dağlardan titreyi toplamaya başladım. Tahminen araştırıyorum. Daha sonraki yıllarda elde edilişini kitaplardan okuyorum. Aynı usulmuş. Demek ki aklın yolu bir. Titreyi kendim topluyorum, gidip gevenleri kesiyorum, bir iki gün bekleyip topluyorum. Tanıdıkların bulunduğu et kombinasına gidip sığır ödü alıyorum. Eve getiriyorum, eziyorum. Ama işin mekanizmasını kitaplar da yazmıyor, ben de bilmiyorum. Kelin başı, körün taşı çalışıyorum. Bazen tesadüfen tuttuğu oluyor. Ve sevinçten göklere uçuyorum. Tabii evde yerim yok. Halının üstünde yapıyorum. Fırça bağlamayı bilmiyorum. Fırçayı uzun bağlamışım. Tekne yerine halıyı boyamışım, farkında değilim.
Annem ikide bir beni dışarı atıyor. O zaman 22-23 yaşlarındayız. Gençlik dönemini yaşadığımız, fakültede okuduğumuz 70’li yıllar… Erzurum’da okuyorum. Fakat demek ki her işin zevki başlangıcındaymış. Öğretenim yok. Kendi başıma öğreniyorum. Uğur Bey’in konferanslarından, yazılarından oluşan Ebru kitabı resimli olarak çıkınca hepimiz hayran olduk. Kitap geldi. Üniversite postahanesine gidip aldım. Üniversite şehrin dışında. Yürüyerek eve dönüyorum. Yolda kitabı bitirdim. Ama içime bir ateş düştü. Güzel, anlatımı çok nefis. O zaman kitapta bir şey dikkatimi çekti. O d a şu: Yani insanın başına bir aşk düşünce, ilerideki hayatında başına neler geleceği o aşkında gizli. İbretli bir hadisedir. Uğur Bey kitapta şunu anlatıyor: “Bizim milli manevi değerlerimize çok bağlı olan Oktay Sinanoğlu ile Düzgünman’ı ziyarete gittik. Ebru teknesinde çok heyecanlandık. Oktay Bey, ‘Bu fizik kimya hadisesidir. Benim sahamdır. Bunu bir ele almak icap eder’ dedi. O zaman isim olarak kitaptan duyduğum ebru çalışmaya başlamışım. Bir gün kendi kendime “Oktay Sinanoğlu hocayla nasip olsa da bu iş üzerinde çalışsak” dedim. 80 yılına kadar Erzurum’dayım. Kendi kendime çalışıyorum. Malzeme sıkıntısı had safhada. Malzemeyi bulamıyorum çünkü. İnsanlar ebru sanatına lâzım olacak malzemenin ismini bile bilmiyor. Bir Düzgünman var o zaman. Kimseye de göstermiyor. Haklı. Gelen yaparken gördüğünde hafife alıp gidiyor. Ve bu durum Düzgünman Hoca’nın onuruna dokunuyor. Bazıları, “Aaa, bu kadar basit miymiş?” deyip geçip gidiyor. Arka plânında neler yatıyor, sanat hangi merhalelerden geçiyor, bunun farkında değil. Düzgünman, Kalem Güzeli’ndeki fotoğrafları da çeken adam. İyi bir fotoğraf ustası. Bir çok kişi kendisini iyi tanımıyor. Çok yönlü bir sanatkâr.
YARDIM: Necmeddin Okyay gibi hezarfen…
BAŞAR: Evet. Zaten onun yeğeni. Sonra eski büyükleri görmüş. Tasavvuf deryalarına yetişmiş adamcağız. 80’de buraya geldim. Hamid (Aytaç) Bey’den icazet almak nasip oldu o yıl. Düzgünman’a da derse başladık. Bizi kabul etti. Hoca bizim sorularımıza teferruatlı cevap vermezdi. Şöyle üstün körü geçer, bizim kavrayışımıza bırakırdı. Epey bir zaman devam ettik ona. Hoca da baktı ki, bu öğrenciler hakikaten samimi. Onun en büyük korkusu sanatın bozulma tehlikesiydi. “Birkaç kişiye ebru öğrettim ama, bunlar atadan babadan gördüğümüz sanatı bozarlar, Avrupanın etkisinde kalırlar, milli bir sanatımız yozlaşır, dejenere ederler” diye endişe ederdi. Haklı bir korku. O zamanlar bizim Alparslan Babaoğlu ile hocaya gidiyoruz. Yanımızda Ali Toy da var. Yanımda Ali’yi de götürüyorum. Alparslan Babaoğlu, benim okuduğum lisede okumuş. Aynı lisede okumuşuz. Hocaya yaptığımız çalışmaları götürüp gösteriyoruz. Hoca tenkitlerini eder, tavsiyelerde bulunur. Bir gün yine hocaya gittik. Önce hanımına baktırırdı ebruları, “Hanım baksın, benim ekspertörüm odur derdi. O beğendikten sonra sıkıysa ben beğenmeyeyim” derdi. Hanımını onore etmek için. Götürdük. Demek ki ele geçen bir şeyler olmuş. Hanımı, Alparslan’ın ve benim ebrularıma baktı. “Ayol Mustafa, dedi. Bu çocuklar seni geçmişler.” Utandık, kıpkırmızı olduk. Alparslan bana bakıyor, ben ona bakıyorum. Kendi kendime, hoca herhalde bir zılgıt geçer, diye düşündüm. Elinde antika 99’luk bir tespih, sabırla çekiyor. Diklendi biraz. “Hanım hanım, bana bak, dedi. Ben 50 yıllık ebrucuyum! 50 senede iki eser verdim. O iki eser de bu çocuklar, artık ölsem de gözüm arkada kalmayacak” dedi. Hocanın o sözü bize bir ömür boyu moral kaynağı oldu. Hocaya zaten sözümüz var, nasıl aldıysak öyle götüreceğiz.
Fuat Başar Hoca ile Küçükayasofya Külliyesinin kahvehanesinde çaylarımızı yudumlayarak yaptığımız konuşma zevkli ve oldukça istifadeli geçiyordu. Mustafa Düzgünman Hoca’ya verilmiş sözün ağırlığını taşıyor, bu vebalin ve sorumluluğun farkında… Adeta bütün dünyasını ebru oluşturmuş. İlk oğluna hat hocasının adı olan Hamid’in adını vermiş. İkinci oğluna ebru hocası ile Uğur Derman beyin ilk adı olan Mustafa ismini uygun bulmuş. Birkaç aylık olan son kız çocuğu ise “Ebru” adını taşıyor. Biz hoca ile konuşurken, az sonra, talebelerinden ve dostlarından sohbetimize katılanlar oldu. Artık bir mülakattan ziyade bir sohbet meclisi şeklinde devam ediyordu röportajımız. Hoca, geleneksel sanatların geleceğinden oldukça ümitvardı. Televizyonlarda, gazetelerde, dergilerde ebru sanatıyla ilgili yazılanların bu sanatı geniş kesimlere ulaştırdığını, ancak yine de ebrunun bir hocadan öğrenilebileceğini belirterek, meraklıların mutlaka çevrelerinde bulunan bir hocadan istifade etmeleri ve tekne başında bu işi öğrenmeleri gerektiğini söylüyordu. Ona göre diğer bütün sanatlar gibi ebru da usta-çırak münasebeti ile gelişebilir ve yükselebilir. Hocadan ve talebelerinden vedalaşarak ayrıldığımızda milli bir sanatın, Türk İslam sanatının en güzellerinden birinin gerçekten emin ellerde olduğunun farkında olarak içimiz rahat, gönlümüz sevinçliydi. Fuat Başar ve diğer sanatkârlarımız, ebru, hat, minyatür, tezhip ve diğer sanatlarımızı en iyi bir şekilde uygulamaya, tanıtmaya, sevdirmeye, öğretmeye ve yaymaya çalışıyorlar, bunun için büyük bir gayretin içindeler. Onlar, Türk kültür ve sanatlarını en iyi şekilde temsil etmenin daimi heyecanı ve milli şuurunu bütün benliklerinde hissediyorlar.
27 seneden beri önce meraklı, sonra öğrenci, daha sonra da hoca olarak sanatın içinde olan Fuat Başar, hayatının üç önemli devresini şöyle ayırıyor. Tıp tahsili yapmak istemiş. Bunu “gayret” devri olarak tarif ediyor. Ancak daha sonra atom fiziğine meraklanmış. Bu ilgisini de “niyet” olarak isimlendiriyor. Ebru ve hat gibi milli sanatlarımızla uğraşması ise ona göre kaderin bir cilvesi ve “akıbet”tir. Aynı zamanda herkesin bilmediği iyi bir şair olan Fuat Başar, bir şiirinin mısraında hayatının üç tecellisini şöyle hülâsa ediyor: “Niyete bak, gayrete bak, ille akıbete bak.”
Fuat Başar Hoca’nın niyeti halis, gayreti takdire değer, akıbeti ise son derece güzel… Onu sevmek, sanatına saygı duymak, bu ülkenin değerlerine bağlı her Türk vatandaşının vicdan borcu. İyi ki varsın Fuat Hoca… Ömrün bereketli, sanatın cevherli, talebelerin hünerli olsun. Bu millet sana ve senin gibi âbide şahsiyetlere şükran hisleri besliyor, bilesin.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder
Yagmur
Site Admin
Site Admin


Kayıt: 08 Şub 2009
Mesajlar: 87

MesajTarih: Sal Ksm 23, 2010 9:37 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Fuat Başer ile Hat Sanatının İncelikleri
16 Haziran 2009 Salı 09:50

Türkiye’nin önde gelen hattatlarından biri olan Fuat Başer ile Pendik’teki sergisi öncesinde bu sanatın inceliklerini konuştuk.



-Hat sanatı zor ve sabır isteyen bir iş. Siz bu sanata ne zaman başladınız ve bugüne kadar neler yaptınız, kısaca bahseder misiniz?

Ben hat sanatı ile uğraşmaya 1976'da, tıp eğitimim sırasında başladım. Yazı uğruna tıbbı bıraktım çünkü o zamanlar yazıyla uğraşan sayısı çok azdı ve kaybolmaya yüz tutmuştu. Ben de bu sanatı iyice öğrenerek gelecek nesillere aktarmayı düşündüm. 1980 yılında İstanbul’a gelerek Hattat Ahmet Aytaç’tan iki yıl kadar mektupla ders aldım. 88 yaşında vefatına kadar ders almaya devam ederken icazetimizi almak da nasip oldu. İşte o tarihten bu yana yaklaşık 30 yıldır profesyonel olarak uğraşıyorum. Bu süre içerisindeki çalışmalarım arasında iki bine yakın Tuğra, 350 üzerinde Hilge, yüzlerce kıta, Esmaül Hüsna Tablo olarak, üç tane camii işi, 400’e yakın sergi ve yurt içi- yurt dışı kültürel faaliyetler yer alıyor. Çoğu resmi kanallarda olmak üzere belgeseller, radyo ve televizyon programları ile çeşitli kitapların hazırlanmasında görev aldık. Bunların yanı sıra dünya çapında bir çok öğrenci yetiştirdik.

-Temmuz ayında Pendik’te bir serginiz açılıyor. Bu sergiden ve burada sergilenecek eserlerden bahseder misiniz?

Sergilenecek eserlerin 35-40 civarında olacağını düşünüyorum. Ağırlığın yazıda olması isteniyor, ama ebru ile de destekleyeceğiz. Aynı zamanda ebru çalıştığım için salonun durumuna göre sayıyı artırabiliriz. Pendik bu işlere hiç yabancı değil, yani sanattan uzak bir ilçe değil. Üstelik belediyenin çok çok takdir ettiğim kültürel, sanatsal faaliyetleri var. Benim sergim de bu kapsamda olacak. Sadece yaz ayı olması sebebiyle katılım az olur mu diye düşünüyorum. Ama ne var ki gelenlere kısa da olsa bir sanat bilgisi verebilirsek ne mutlu bize.

-Pendik Belediyesi usta hattatların sergilerine ev sahipliği yapmanın yanı sıra hat sanatı kursları da veriyor. Belediyenin bu tür sanatsal etkinlikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu hakikaten çok takdir edilecek bir konu. Şimdi yerel yönetimlerin yapacağı en büyük hizmet alt yapı hizmetleri yerine onları akıllıca kullanabilen kültürlü bir toplum oluşturmak. Çünkü elde her türlü imkân varken halkımız o kültüre vakıf değilse ve hoyrat kullanıyorsa hizmet batıl oluyor. Kültürel ve sanatsal faaliyetler bu işin temelidir. Kültürü ve sanat anlayışı olan bir kişi, hiçbir şeyi hoyrat kullanmıyor. Pendik Belediyesi eskiden beri bu işlere çok dikkat eden bir belediyemiz. Hem unutulmaya yüz tutmuş sanatlara destek oluyor, hem de o estetik düşünceyi öğretebilmek için kurslar düzenliyor. Bizim sanatı gördüğümüz kadarıyla değil, onun arkasında yatan düşünce çok önemlidir. Biz sanatla ilgilenen kültürlü nesiller yetiştirdikçe aynı zamanda çevreye zarar vermeyen iyi insanlar yetiştirmiş oluruz. Bu da zincirleme bir şekilde sürüp gidecek inşallah.



“Aşk olmadan meşk olmaz. Bu aşk ve sabır mesleğidir, hem çileli hem de lezzetlidir. Yazıyla uğraşan kişi de o ilahi güzelliğin peşindedir.”



-Hat kursuna devam eden veya yeni başlamak isteyenlere tavsiyeniz nedir?

İlk tavsiyem, işini sevsinler. Aşık olacak şekilde sevsinler. Aşk olmadan meşk olmaz. Bu aşk ve sabır mesleğidir, hem çileli hem de lezzetlidir. İnsanın yazı yazarken yakaladığı bir harfin güzel bir parçası tarif edemediğiniz bir haz veriyor insana. Bunu dünyadaki zevklerle kıyaslayabileceğiniz bir örneği maalesef yok. İnsanın ondan aldığı mutluluk zenginlikten, evlenmekten, makam sahibi olmaktan aldığı mutluluktan çok fazla. Üstelik yazı sanatımız öyle bir sanat ki şimdi her sanat seyredilir veya dinlenir; müzik gibi mesela. Ama yazı hem seyredilir hem de okunur bir sanat. Okunduğunda orada bir hadis meali, bir ayet meali yazıyordur. O da şunu diyordur: “Dürüst ol, kimse görmediği zaman seni gören birisi var.” O kişinin hayat yolu çizilmiş oluyor ve asla kötülüklere bulaşmıyor. Sanat aynı zamanda geleceğe de yatırımdır bu anlamda.



“Biz sanatla ilgilenen kültürlü nesiller yetiştirdikçe, çevreye zarar vermeyen iyi insanlar da yetiştirmiş oluruz. Bu da zincirleme bir şekilde sürüp gider.”



-Usta bir hattat olarak sizce bu sanatın püf noktası nedir?

Bunun püf noktası çizgi. Genelde yanlış tabir ediliyor, yazı sanatı diyoruz ama bu gerçekte çizgi sanatıdır. Çizgilerin estetiği, kıvraklığını yakalamaktır. İşin püf noktası budur. Yoksa tükenmez kalemle alıp Osmanlıca bir ibare yazdığınızda bu yazı olur, ama sanat olmaz. Kalemin alt ve üst ucundan çıkan çizgilerin birbirine öyle enteresan paralellikleri var ki bu, yaradılışta cisimlerin çevrelerini sınırlandıran çizgilerin estetik olmasıyla çok benzeşiyor. Güzellik dediğimiz o şey kalem ve fırçayla yapılan çizgilere dayalı bütün sanatlarda vardır. Ama bu yönden yazının tabiatta muadili yoktur. Resim ve müzikten mimariye kadar hepsinin örneği var, ama yazının yok. Yazı ilahi bir şeydir ve işte yazıyla uğraşan kişi de o ilahi güzelliğin peşinde. Bunu belki hiçbir zaman yakalayamaz çünkü ilahi güzelliğin sonu yoktur, sonsuzdur o. Yazıyla uğraşan kişi o ilahi güzelliği böyle yudum yudum alıp sindire sindire doyumsuzluk içerisinde, “ah bir de ahirette yazabilsem” düşüncesiyle ömrünü doldurur. Bizim eski üstatlardan duyduğumuz yazıyı harfleri yani yani öğrenmeye başlamıştım ama ömrüm galiba yazmaya vefa etmeyecek. Bunu söyleyen en son kişi bizim hocamızdı rahmetli. Benim rahmetli hocam seksen yıllık hayatında sadece yazı vardı ve dünyanın en büyük hattatıydı. O bile onca sene ve tecrübenin ardından harfleri daha yeni yeni öğrenmeye başladığını söylüyordu. Bunun sonu yok, uçsuz bucaksız bir sanat ve ilahi bir sanat aynı zamanda. Hz. Adem ile yazı yazmak insanlara öğretiliyor. Sanatlaşması ise İslam dönemine nasip olan bir konu. Birçok ülkenin güzel yazı yazma sanatı var ama hiçbiri İslam yazısındaki estetiği sahip değil. Osmanlı devrinde bütün sanatların üstünde tutulmuştur çünkü bu yazıyla Kuran-ı Kerim yazılmıştır.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    Güldali Forum Ana Sayfa -> Röportajlar Tüm zamanlar GMT +2 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com

Free Web Hosting | File Hosting | Photo Gallery | Matrimonial


Powered by PhpBB.BizHat.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com